SEMPOZYUM DUYURUSU
Tarih: 28.10.2025 | Okunma Sayısı: 139

 

1. OTURUM KONU ÖZETİ

Uygulamada “tapu iptal davası” adı altında açılan davalar, hiç yadırganmaksızın bu hatalı tabirle dillere yerleşmiş bulunmakta olup dilekçelerde “davalıya ait tapu kaydının iptali ile davacı adına hükmen tesciline” şeklindeki ifadeye yer veren hukukçulara da sıklıkla rastlanmaktadır. 
    Türk Medenî Kanunu’nda tapu "iptaline" ilişkin böyle bir tabir bulunmamasına rağmen söz konusu hatalı adlandırmayı anlamak mümkün değildir. Halbuki olması gereken hukuk (de lege feranda) açısından, birbirine benzemeyen hukukî kurumlar aynı terimle asla adlandırılmamalıdır.  
    Kanunî temeli olmayan terimlerin kullanılması, gece ile gündüz - siyah ile beyaz arasındaki fark kadar birbirine benzemeyen iki davanın aynı terminoloji ile isimlendiriliyor olması, pek çok sıkıntıları beraberinde getirmektedir. 
   Bu hususta kullanılması gereken terim, “iptal” terimi olmamakla birlikte “Tapu sicili” üst başlığı altında TMK m. 997/II hükmünün “Tapu sicili, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğü ile bunları tamamlayan yevmiye defteri ve belgeler ile planlardan oluşur.” şeklindeki ifadesinde, tapu sicili ve tapu kütüğü kavramlarının üst - alt başlık ayırımı ile birbirinden farklı kavramlar olduğu açıkça vurgulanmıştır. 
    Kanunun devamında “kayıt” deyimi, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğüne bir taşınmaz için sayfa açılması; “tescil” ise tapuya kayıtlı bir taşınmazdaki aynî hakların niteliğinin ve hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişinin ad, soyad veya unvanı ile yazılması şeklinde ifade edilmektedir. Dolayısıyla taşınmazın, kendisine sayfa açılmasıyla tapuya kayıtlı taşınmaz halini almasından sonra, bu kaydın sonlandırılarak taşınmazın tapu kütüğündeki sayfasının ortadan kaldırılmasını sağlayan işlem, iptal olarak asla adlandırılmamalıdır.
    Hal böyle olmakla kanuni gerekçelere dayanarak bu adlandırmanın neden hatalı olduğu ve TMK m. 716 hükmünde düzenlenen "tescile zorlama/tescili isteme/ferağa icbar" davası ile TMK m. 1025 hükmünde düzenlenen "yolsuz tescilin düzeltilmesi" davası arasındaki farklar açıklanmalı ve hatalı uygulamalara son verilmelidir.

 

2. OTURUM KONU ÖZETİ

Yargıtay, uzun yıllar boyunca arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde arsa sahibinin yükleniciye devrettiği arsa paylarına ilişkin olarak “avans” tabirini kullanmış ve arsa sahibinin "geçerli sebebe dayanarak sözleşmeden dönmesinden önce" yüklenicinin, (“avans tapu” olarak hatalı tanımlamayla) anılan arsa payları üzerindeki mülkiyet hakkını üçüncü kişiye devretmesi durumunda, işbu "tasarruf işleminin geçerliliği" göz ardı edilerek üçüncü kişi adına tescilin "yolsuz" hale geldiğini kabul etmekteydi. Dolayısıyla ayni etkili dönme görüşü nazara alınarak verilen bu kararlar sonucunda, tapu kütüğündeki sicile güvenerek yükleniciden aynî hak kazanan üçüncü kişiler mağdur edilmekteydi. Hatta başvuru numarası 2014/12321, karar tarihi 20.07.2017 olan, 27.09.2017 tarihli, 30193 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan "Faik Tari ve Sultan Tari" başvurusuna konu edilen olayda mülkiyet satış yoluyla 1992 yılında kazanılmasına rağmen seneler sonra mülkiyet, mahkeme kararıyla kaybedilmiştir.
    Doktrinde ileri sürülen ciddi eleştiriler karşısında nihayetinde Yargıtay İBBGK E. 2024/1, K. 2025/2, T. 16.05.2025 kararı ile uzun senelerdir süregelen hatalı içtihattan dönülmüş olması hukukumuz açısından sevindirici olmakla birlikte eleştirilere de açıktır. Hal böyle olmakla değerlendirmemizde de hem uzun seneler uygulama alanı bulan içtihat hem de içtihattan dönülmesinden sonraki süreçte karşılaşılabilecek uyuşmazlıklar ele alınacaktır.

 

3. OTURUM KONU ÖZETİ

 

Borç ilişkisinin kaynakları açısından “taleplerin yarışması” kurumu, bir olay karşısında, zamanaşımı, alacağın miktarı, ispat külfeti vs. nazara alınarak seçilecek talebin ileri sürülmesi, birden fazla talep karşısında seçimin yapılmasına ilişkin olarak özel hukukta sıklıkla karşılaşılan bir kurumdur. Taleplerin yarışması, borçlunun birden fazla borç ilişkisi kapsamında sorumlu olma hali olarak tanımlanabilir ve temel olarak, alacaklının yarışan talepleri arasında en iyi giderim imkânının belirlenmesini amaçlar. Aynı olay sebebiyle birden fazla borç ilişkisine dayalı olarak talebin ileri sürülebilmesi için öncelikle o borç ilişkisinin koşulları gerçekleşmelidir. Ancak her durumda birden fazla talebin varlığı, bunlar arasında mutlak bir yarışmanın olduğunu da göstermez. Doktrinde Türk Medeni Kanunu’nun “Dördüncü Kitap- Eşya Hukuku” altında düzenleme konusu yapılmış davalarda ileri sürülecek taleplerin Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş borç ilişkisinin kaynakları kapsamında açılacak davalarda ileri sürülecek taleplerle yarışıp yarışmayacağı pek fazla tartışma konusu edilmemiştir. Ancak sonuçları açısından ele alındığında oldukça önemli bir konudur. Örneğin, sahte vekâletle tapuda satışı yapılmış bir taşınmazın (TMK m.1024 hükmünce yolsuz tescile hüküm veren niteliği ile) bağlayıcı olmayan ve hukuki sebepten yoksun bir sebeple alıcıya devrinin yapılmış olması halinde eşya hukukuna ilişkin sonuçla TMK m.1025 hükmü uyarınca “yolsun tescilin düzeltilmesi” davasının açılması gerekir. Bu davanın temelinde, TMK m. 992/I (“Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır.”) hükmünce adına tescil bulunan kişi lehine işleyen mülkiyet karinesinin davacı adına düzeltilmesi, yani mülkiyet hakkının korunması iddiası yatmaktadır. Bu durumda karşımızda “ön sorun” olarak ayni hakkın davacıya ait olduğunu tespit eden bir mahkeme kararında ayrıca “zilyetliğin iadesine dayalı edime mahkûmiyet” hükmünün de olması gerektiği tartışmasızdır. Hal böyle olmakla davalı aleyhine “verme-yapma” borcu niteliğindeki “edime mahkûmiyet” yönü ile eşya hukukunun ayni neticeli taleplerinin TBK’da düzenlenen borç ilişkisinin kaynaklarına dayalı taleplerle yarışıp yarışmayacağı sorununun da çözülmesi gerekecektir. Somutlaştıracak olursak, korunması gereken tek hukuki yarar doğrultusunda “eşyayı takip yükümlülüğü” olarak ayni neticeli talebinin yöneltilmiş olması halinde artık haksız fiilden veya sebepsiz zenginleşmeden doğan talepler ileri sürülememelidir; bunlar saf dışı bırakılmış sayılmalıdır. Buna karşılık davacının ayni neticeli talebi tercih etmemesi halinde (istihkak ve taşınır davalarında ise malı takip yükümlülüğü olmadığından) haksız fiilden veya sebepsiz zenginleşmeden doğan taleplerinin gündeme geleceği ise açık olup doğru dava stratejisinin belirlenmesi için değerlendirmemizde ayni neticeli sonuçlar doğuran davaların TBK’da düzenlenen diğer borç ilişkisi kaynaklarına dayalı davalar ile yarışma halinin iyi irdelenmesi gerekir.


5.11.2025
AV. ABDULHAMİT ÇAKAN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.